04 Şub Moda ve Zihniyet – Fatma Karabıyık Barbarosoğlu
Bu kitabı yüksek lisans tezimi çalıştığım süreç içinde yazarın diğer bir kitabıyla (Şov ve Mahrem) birlikte okumuştum. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu inceleme-araştırma niteliğindeki bu kitabını (yazarın Sosyoloji doktorasını aldığı “Modernleşme Sürecinde Moda-Zihniyet İlişkisi tezinin bir ürünüdür) edebiyatçı yönüyle açık ve akıcı bir dille yazdığından, herkesin kitabı rahatlıkla okuyabileceğini söyleyebilirim. “Araştırma kitabıdır, sıkıcıdır.” diye düşünenler için geçilmiş bir küçük not olmuş olsun…
Yazar bu kitabında “moda” ile “zihniyet” arasındaki ilişkileri, eskiyi reddedip yeniyi önceleyen, yeni’nin yeni kalamaması nedeniyle de sürekli bir değişim esasına dayalı olan modernizmin gelişim süreciyle birlikte irdeleyip gözler önüne seriyor. Bu süreçteki değişimden sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapıların yanı sıra, insan bilincindeki epistemolojik ve psikolojik oluşumlar da payını almıştır.
Latince “oluşmayan sınır” anlamındaki “modus”tan gelen “moda”, batılılaşma ile birlikte telaffuz edilmeye başlanmıştır. En fazla kıyafet alanında kullanıldığı düşünülse de bütün ilim dalları ve düşünce alanı da dahil olmak üzere sosyal yaşamın sürekli değişiklik gösteren her alanına nüfuz etmiştir. Bu yönüyle moda, tam bir “dönüştürücü” özellik taşımaktadır.
1789 ihtilalinin ‘özgürlük’ ve ‘eşitlik’ ortamından yararlanan moda, saray çevresine ait olan giyim zevkini toplumun bütün katmanlarına ulaştırmış, böylece geleneksel toplumların giyim ve hayat tarzıyla ayırt edilen sınıfsal yapısı yavaş yavaş dönüşüme uğramaya başlamıştır. Sanayi Devrimi ile birlikte, tekstil alanındaki yenilikler ve üretim artışı da modanın gücünü artırmıştır. Her ne kadar moda, bütün tabakaların aynı ürünü kullanmalarını salık verse de daima kendilerini, aşağıda gördüğü kesimden ayrı bir statüye oturtma gayreti içinde olanların yaşam standartlarını farklılaştırma çabaları, kabul edilmiyor görünse de sınıfsal farkların oluşturulduğunu kanıtlayan görsellikler içermektedir. Örneğin Fransız ihtilali ile ortaya çıkan Burjuva sınıfının herkesten farklı giyinmek istemesi, elbise tasarımcılığının bir meslek olmasını sağlamıştır.
Barbarosoğlu’nun deyimiyle bugünün burjuvası da “marka” aracılığıyla kendini farklı kılma çabasındadır. Bu çabayı kendi adına iyi değerlendiren kapitalizm marka taklitlerini üretmekte, ucuza elde edilebilen taklit markalar, kullanıcıları olan alt ve orta ekonomik düzeyli topluluklara sınıf atlama olanağı sağlamaktadır (veya bu hissi onlara yaşatmaktadır). Fakat moda olan ürünlerin alt ve orta sınıflarca kullanılmaya başlandığında moda olma süreci sona ermekte, farklı ürünler bu sürece üst sınıflarca dâhil edilmektedir. Her ürünün moda oluşu ile moda olmaktan çıkışı arasındaki zaman dilimi çok kısadır. Böylelikle üretim ve tüketim süreci çok hızlı gerçekleşmekte, kapitalist ekonomi büyümektedir.
Geleneksel giyimde ise yararlı ve pratik olma ile din belirleyici unsur olmuştur. Geleneksel giyimde değişim esas değildir. Yüzyıllar boyu aynı tür kıyafetler kullanılmıştır. Farklılığı oluşturan en önemli unsur coğrafya farkıdır. Örneğin Anadolu’da iklime bağlı küçük farklılıklar haricinde yüzlerce yıldır aynı kıyafetler kullanılmış ve bazı yörelerde halen kullanılmaktadır. Bu yönüyle değişime odaklı moda olan giyimden tamamen ayrılmışlardır. Ayrıca geleneksel giyimde özellikle şehirlerdeki sınıfsal farklılıklar, giyimdeki farklılığı da belirleyebilmektedir. Üst sınıfa ait bir kıyafet alt sınıfta kullanılamaz. Fakat moda olan her şey ‘demokrasi’, ‘özgürlük’ ve ‘eşitlik’ kavramlarının dönüştürücü etkisiyle bütün sınıflara yayılmıştır.
Moda yararlılık ilkesine bağlı olmaksızın birtakım değişiklikler yapma esasına dayanmakta, toplumdaki her türlü unsuru ve olayı kullanmaktadır. Moda ilk yıllarında ölçülü, ağırbaşlı ve zarif bir görünüm sunarken; son yıllarda protest bir kimliğe bürünerek her türlü kaideye isyan etmenin sembolü olmuştur. Modanın bu son özelliğinin, örtünmeyi baş örtmekten ibaret sayan bazı gençler ve orta yaşlılarda modaya uyabilme avantajını verdiği söylenebilir. Zira başörtüsü tek başına, yasak olması özelliğinden dolayı protest bir duruşun, bir isyanın sembolü olabilmektedir. Zaten 1990’larla birlikte reklâm ve defilelerin etkisiyle başörtüsü (tesettür), moda sektörüne dâhil olmuş görünmektedir. Bin yıllar boyunca değişmezlik ve süreklilik özelliğine sahip dinsel ve geleneksel giyimin, temel özelliği değişme ve tükenme olan moda kapsamına dâhil olma çabası, bu giyim tarzının taşıdığı geleneksel anlamları yitirmiş olduğunu, görünür varlığıyla birlikte modern sürece katıldığını göstermektedir.
Şunu da belirtmek gerekir ki Türkiye’de modanın değiştirici, dönüştürücü gücü kendini Cumhuriyet’le birlikte değil Tanzimat’tan sonra, özellikle de Meşrutiyet’le kendini göstermeye başlamıştır. Tek ve önemli bir farkla Cumhuriyet’le birlikte modernleşme sürecinin olmazsa olmazı ve bir ülke/yönetim programı haline gelmişir.
Kitabında güzellik yarışmalarına da değinen Barbarosoğlu, “Haddizatında güzellik yarışmaları Batı’nın Batılı olmayan ülkelere Batılılaşma yolunda verdikleri bir başarı belgesidir. Temel prensip Batılı olmayan kadınlar da Batılı kadınlar gibi giyindiğinde onlar kadar hatta onlardan daha güzel olabilir esasına dayanmaktadır. Bu bakımdan Keriman Halis’in Dünya Güzellik Kraliçesi seçilmesi gidilen yolun doğruluğunun ispat edilmesi olarak yorumlanmıştır. Türkiye güzellik yarışmasına katıldığının ikinci yılında kraliçelik tacıyla dönerken, serbest piyasa ekonomisine geçen Rusya Federasyonu’nun da yarışmaya katıldığı yıl birinci olması tesadüfün dışında birtakım kriterlerin göz önüne alınması gerektiği düşüncesini pekiştirmektedir.” der.
Türkiye güzellik yarışmasına Keriman Halis’ten önce Mübeccel Namık Hanım’la girmişti. Nitekim 1929’taki jüride Abdülhak Hamit Tarhan, Halit Ziya Uşaklıgil, Cenap Şahabettin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Peyami Safa ve Halit Fahri Ozansoy gibi yazar ve şairlerin yer almış olması modernizasyon sürecinin nasıl bir zihniyet değişimi/dönüşümüyle yaşandığına örnektir. O dönemde bu güzellik yarışmaları ülke içinde de adeta bir “akıncı”(!) ruhuyla karşılanmıştı. Nitekim 7 Şubat 1930 tarihli Cumhuriyet Gazetesi köşesinde Yunus Nadi şöyle diyordu: “…Türk kadınlığı Mübeccel Namık Hanım’ın şahsında Avrupa’ya açık alın ve yüksek boyla dimdik yürüdü gitti. Bu hadiseyi Türk için çok büyük bir terakki adımı saymak lazımdır…”
Evet, “en çok tartışılan zevkler ve renkler bile, modanın şemsiyesi altına girdiğinde ‘zevklerin ve renklerin tartışılmazlığı’ payesine yükseldi. Kitle kültürü içinde milyonlarca insan aynı şekilde giyinip aynı şeyleri tüketirken modacılar ‘Çıplak Kral’ın terzisi oldular…”
Yazarın ayrıca, Rüzgar Avı, Sözüm Söz, Son On Beş Dakika, Cumhuriyetin Dindar Kadınları, MedyaSenfoni, Fatma Aliye Uzak Ülke, Şov ve Mahrem İki Kişilik Rüyalar, Hiçbir yer, Bahçeler Sokaklar, Acı Deniz isimli kitapları bulunuyor. Kaleminize sağlık Fatma Karabıyık Barbarosoğlu…
Herkese bol okumalı, kitaplı günler diliyorum…
Kitap adı: Moda ve Zihniyet
Yazar: Fatma Karabıyık Barbarosoğlu
Yayınevi: İz
Sayfa: 213
Baskı: 2004
Tür: Araştırma, İnceleme
#Moda ve Zihniyet – Fatma Karabıyık Barbarosoğlu #Moda ve Zihniyet #Fatma Karabıyık Barbarosoğlu
- Like
- Digg
- Del
- Tumblr
- VKontakte
- Buffer
- Love This
- Odnoklassniki
- Meneame
- Blogger
- Amazon
- Yahoo Mail
- Gmail
- AOL
- Newsvine
- HackerNews
- Evernote
- MySpace
- Mail.ru
- Viadeo
- Line
- Comments
- Yummly
- SMS
- Viber
- Telegram
- Subscribe
- Skype
- Facebook Messenger
- Kakao
- LiveJournal
- Yammer
- Edgar
- Fintel
- Mix
- Instapaper
- Copy Link
Yorum yok