Kum Kitabı – Jorge Luis Borges

24 Oca Kum Kitabı – Jorge Luis Borges

Sonsuzun ne olduğunu gerçek anlamda kaç kez düşündüm? Birkaç kez aklımdan geçtiyse de gerçek anlamda Borges okuyana kadar düşündüğümü zannetmiyorum. Lise geometri derslerinde bir “doğru” çizdirirler örneğin. Doğru, sonsuz noktalardan oluşmuştur ve sonsuza gider. Doğruyu iki yanından uzattığınızda sonsuza uzanan bir düzleme dönüşür. Düzlemi dört yanından uzatırsanız bir hacim oluşturur ve bu hacim de sonsuza uzanır. Eğer dedikleri gibi uzay sonsuzsa biz de bu sonsuzluğun herhangi bir noktasındayız demektir. Yerini yahut değişmezliğini kanıtlayamayacağımız bir nokta. “Kum Kitabı” da bu anlamda sonsuzluğun somutlaşmış halidir. Asla birinci veya sonuncu sayfasını açmanız mümkün değil. İlk sayfaya ulaşmaya çalıştığınızda kitabın kapağı ile ilk sayfası arasında sürekli yeni sayfalar belirir. Aynı sıkıntıyı son sayfayı bulmaya çalışırken de yaşarsınız. Kitapta kaldığınız noktayı işaretlemeniz mümkün olmadığı gibi baştan sona okumanızın da mümkünatı yoktur. Bugün okuduğunuz sayfayı, yarın okumaya çalıştığınızda farklı bir noktada olacaksınızdır çünkü. İşin bu kısmına geldiğimde, kafam karışmıyor desem yalan söylemiş olurum. Sonsuzlukta yeri değişen ben miyim yoksa bahsedilen Kum Kitabı mı? Aslında düşününce, Kum Kitabı sonsuzluğun kendisi olduğundan bu soruyu sormak çok da mantıklı olmasa gerek.

“Kum Kitabı” hikayesinden yola çıkarak, günümüzdeki Kum Kitabı’nın “internet” olduğundan bahseden yorumlar okudum. İnternet kavramının 1969’a dayandığı düşünülecek olursa, Borges daha 1941 yılında interneti tahayyül etmiş oluyor bu durumda. Fakat internet gerçekten sonsuz bir veri midir? Bu da başka bir tartışma konusu.
Amacım kitabın içindeki on üç hikayeden bana göre en düşündürücü hikaye olan Kum Kitabı’ndan başlamak değildi fakat çekiminden kurtulmak mümkün değil. Her ne kadar ilginç olsa da kum kitabı, gerçeğin kendisine leke süren, kabus gibi bir nesne çünkü. Kitabın sahibi de en sonunda bu kitabın esiri olduğunu fark ediyor ve bir yaprağın en iyi saklanma yerinin orman olduğu düşüncesiyle, kitabı ulusal kitaplığa saklıyor. Sonrasındaysa kitaplığın bulunduğu Mexico Sokağı’ndan geçmek düşüncesine bile katlanamıyor.

İlk kez Borges okuduğumdan, yorum yapmaya çekiniyorum aslında. Çünkü hikayeleri anlamak ve yorumlamak için iyi bir birikime sahip olmak gerektiğinin farkına vardım. Hoş, derinliğini kavrayamasa da kitabı okurken zevk alıyor insan. İşin daha garip yanı şu ki yarın olduğunda ve kitaptaki aynı hikayeyi tekrar okuduğumda, yeni bir hikaye okuyormuş gibi hissedeceğimi biliyorum. Aynısı belki birkaç saat sonrası için de geçerli. Kum Kitabı, değiştiğinizin ve aynı Heraklitos’un bahsettiği gibi aynı ırmakta ikinci kez yıkanamayacağınızın farkına vardırıyor resmen. Kum kitabının sahibi gibi, kitabı gidip kütüphanenin bir köşesine saklayıp, nereye sakladığınızı da unutma dürtüsüyle boğuşuyorsunuz.

Yeniden okumak deyince, kitabın içindeki “yorgun bir adamın düşülkesi” geldi aklıma. Hikayede adamın biri geleceğe gidiyor nasıl oluyorsa. Zaten hikayelerin neredeyse tamamı fantastik ögeler içeriyor ve Borges yine çoğu hikayede sizi hikayenin gerçek olduğuna inandırıyor bir şekilde. Nasıl yapıyor anlamadım, adamın bir tekniği var kesin. Ya da gerçek mi ki acaba bak adamın içine kurt düşürüyor. “İmkansız, reddedilmiş bir mümkündür” diye de bir sözü varmış yazarın. Kısaca imkansızlığın tek nedeni bizim onu reddediyor olmamız. Gel de inanma diyor yani bir anlamda. Her neyse…İnanın veya inanmayın, adam geleceğe gidiyor bu hikayede. Orada dört yüzyıldır yaşayan bir adamla karşılaşıyor. Yeni devirde, insanlar ölümün efendisi olmuş. Ne var ki bu kez de yeryüzündeki bütün insanlar tek tek mi aynı anda mı intihar etsin gibi düşünceler tartışılıyor. Bahsedeceğim yeni devir değil tabii. Bu dört yüzyıldır yaşayan adam şöyle diyor geçmişten gelen adama:
“Zaten önemli olan okumak değil, yeniden okumaktır.Şimdi batmış olan basımevleri insanoğluna en büyük kötülüğü yaptı ve gereksiz metinleri başdöndürücü bir hızla çoğalttı.”
Bu satırları okuduktan sonra dönüp bir başucundaki kitaplığa bakmadan edemiyorsun. Yeniden okunabilecek kaç kitap okudum diye bir iç sorgulama yapıyorsun kendince.

Hikayelerin hepsinden söz etmem mümkün değil tabii ama kalanların içinden özellikle “Ayna Ve Maske” ilginçtir bence. Güzelliği tek bir kelimeye indirgeyip keşfeden bir şairin, bu şiiri bir kralla paylaşmasını ve bunu Tanrı’ya karşı işlenmiş büyük bir günah olarak gördüklerinden, şairin ve kralın hayatlarının mahvoluşunu anlatıyor hikaye.

“Otuzlar Mezhebi” adlı hikayede ise, Mesih ve Yehuda’yı kutsal olan gören bir mezhepten bahsediyor. Bu mezhebe göre, hristiyanlığın şu anki duruma gelmesi için İsa’nın çarmıha gerilmesi şarttı ve Yehuda bu yol için kendini feda etmişti, suçlu değildi yani. Hikayenin sonu, “el yazmasının son kısmı bulunamadı” diyerek bitiyor. Borges kendi kendisini aradan çıkarmış oluyor böylelikle. Belki bunları fantastik bir hikayenin ardına gizlemese, tepki çekebilirdi bilmiyorum. Ama yazar kendini aradan çıkararak ve fantastik ögelerden beslenerek, zihnini, toplumun oluşturduğu baskıdan kurtarmış oluyor bir anlamda.

Hikayeler için otobiyografik deniyor. Yazarın kendi hayatından izler taşıyormuş ama bunları görmek için hayatını da araştırmış olmak gerek tabii. Otuzlu yaşlarında kalıtsal bir hastalık yüzünden kör kalması dışında pek bir şey bilmiyorum Borges’ın kişisel yaşamı hakkında. Bu hastalığı da “Öteki” adlı hikayede görebiliyorsunuz. Yazar bu hikayede, geçmişteki kendisiyle buluşuyor. Yaşlı Borges ve genç Borges aynı kişi olsalar da birbirlerinden oldukça farklıdırlar. Yaşlı Borges, bu buluşmanın gerçek olduğuna inandırmaya çalışıyor genç Borges’ı. Ne var ki bu buluşma yaşlı Borges için gerçek olsa da genç Borges için bir hayalden ibarettir. Zaten yaşlı Borges’ın bu buluşmayı gençliğinde yaptığını hatırlayamamasının nedeni de budur. Genç Borges bir hayalden ibaret olan bu buluşmayı unutmuştur. Orada yaşlı Borges şöyle der gençliğine:
“Benim yaşıma geldiğinde gözlerin hemen hemen hiç görmeyecek. Sarı rengi, gölgeleri ve ışıkları seçeceksin. Aldırma. Adım adım gelen körlük o kadar acıklı değil. Ağır ağır gelen bir yaz akşamı gibi.”

“Ben hayatı yaşamadım, okudum.” diyen bir insanın genç yaşta kör kalması ve o kadar değer verdiği kitapların artık kendisi için tuğladan bir farkının kalmaması acı olsa da, en güzel eserlerini kör kaldıktan sonra vermiş Borges.

Henüz Borges’la tanışmadıysanız, onu tanımak için hangi kitabı doğru olur bilmiyorum çünkü yalnızca Kum Kitabı’nı okudum. Fakat bir yerden başlayın derim. Herkese iyi okumalar dilerim,
Sevgiler…

Kitap adı: Kum Kitabı
Orijinal adı: El Libro di Arena
Yazar: Jorge Luis Borges
Çeviri: Ersoy Canpolat
Yayınevi: İletişim
Sayfa: 143
Baskı: 2014
Tür: Hikaye

kum-kitabi-jorge-luis-borges-2

kum-kitabi-jorge-luis-borges-3

Kum Kitabı – Jorge Luis Borges

#Kum Kitabı – Jorge Luis Borges #Kum Kitabı #Jorge Luis Borges

Zeynep Yılmaz
zeynep96yilmaz@gmail.com

1996 İzmir doğumlu, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğrenci olan okuyucumuz, kitap okumayı ve yazmayı çok seviyor.

Yorum yok

Yorum yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

error: Yazılar izinsiz kopyalanmamalı!
Send this to a friend